Tuesday, October 09, 2007

HALIL IBRAHIM BEREKETI


(bir derlemem)

Vaktiyle birbirini çok seven iki kardeş vardı. Büyüğünün adı Halil, küçüğü ise İbrâhim’di.

Halil evli ve çocuklu, İbrahim ise bekârdı. İki kardeş, geçimlerini ortaklaştıkları bir tarladan sağlıyorlardı. Her yıl tarladan aldıkları ürünü ikiye bölüyorlar, aralarında eşit olarak paylaşıyorlardı.
İki kardeş bir yıl, yine tarladan ürünü kaldırıp, harman yaptıktan sonra ortak ürünlerini paylaşmak üzere ikiye böldüler. Sıra şimdi, buğdaylarını anbara taşımaya gelmişti.
Halil, kardeşine bir öneride bulundu:

“İbrahim kardeşim, ben gidip çuvalları getireyim, sen de ben gelinceye değin burada buğdayımızı bekle” dedi.
İbrahim’in “Peki, ağabey” demesinden sonra ise çuval getirmek için oradan ayrıldı.

Ağabeyi gittikten sonra İbrahim’i bir düşüncedir aldı:
”Ağabeyim evli ve çocuklu, ben ise bekarım, tek başıma yaşıyorum” dedi kendi kendine. “Ortak tarlamızın ürününü yarı yarıya paylaşmakla aslında ben ona haksızlık ediyorum. Çünkü onun evine daha çok buğday gerekiyor...”
İbrahim bunları düşündükten sonra karar verdi ve kendi payına düşen buğdayın bir bölümünü aldı, ağabeyinin payına ekledi.
Halil bir süre sonra döndü ve iki kardeş, ürünlerini çuvallara doldurmaya başlarken Halil bu kez başka bir öneride bulundu İbrahim’e:

“Önce sen doldur çuvalını ve sen taşı buğdayını anbara” dedi. “Ben senin dönmeni beklerken bir yandan da kendi çuvalımı doldururum.”

İbrahim yine “Peki, ağabey” dedikten sonra kendi payı olarak ayrılan buğday yığınından çuvalını doldurdu ve sırtına alıp, yola çıktı.

O gittikten sonra yalnız başına kalan Halil'i düşüncedir aldı bu kez:
”Çok şükür, ben evliyim, eşim ve bir çocuğum ve kurulu bir düzenim de var” dedi kendi kendine. “Fakat kardeşim henüz bekar. İlerde evlenecek, çocuğu olacak, bir ailesi, kurulu bir düzeni olacak... Bu nedenle onun daha çok çalışması, para biriktirmesi gerekiyor... Tarlamızın ürününü eşit olarak paylaşmakla ona haksızlık ediyorum aslında...”

Halil bunları düşündükten sonra kendi payına düşen buğdaydan birkaç kürek, kardeşinin payı buğday yığınına attı.
Ve birbirlerinden habersiz olarak ikisi de, biri çuvalını taşırken onun buğdayına kendi buğdayından bir bölüm aktarmayı sürdürdüler, sürdürdüler...
Sonunda akşam olup, hava kararmaya başlayınca ikisi de gördüler ki, tüm gün boyunca çuval çuval taşımalarına karşın her ikisinin de buğdayı bitmiyor, hatta azalmıyordu bile...

* * *

Tanrı, iki kardeşin birbirleri için böyle düşünceler taşımasını o denli çok beğendi ki, onların bu iyiliklerini, buğdaylarına bol bol bereket vererek ödüllendirdi.
İki kardeşin buğdayları çoğaldıkça çoğaldı, anbarları buğdayla doldu, doldu, taştı.

Efsane böyle sürmekte ve... Şöyle sona ermektedir:

O günden sonra nerede ve ne zaman "Bereket" sözcüğü duyulsa, bu iki kardeş akıllara gelmekte ve...

O bereket, “Halil İbrahim bereketi” tanımlamasıyla anılmaktadır...
(Büyük din adamlarından Ulu Arif Çelebi’den özetle)

No comments: