Monday, September 29, 2008

Yazasim yok hic




Yok yok kelebekleri kacirmadim bu sefer.


Niyeyse yazasim yok; mevsim degisikligi yorgunlugu mudur nedir, oysa anlatacak o kadar cok sey var ki.

Ama anlatmak icin girmedim bloga zaten TUM SEVDIKLERIM VE BENI OZLEYEN OZLEDIKLERIM BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN! demek icin geldim buraya.
Tum sevdiklerim kendilerini cok iyi bilirler, "ve digerleri" de okumuyor olsalar gerek beni simdi zaten, ne isleri ola ki burada, onlara bir mesajim yok :)

Ben baska bisiy demeyeyim, anlatmayayim, ama hazir gelmisken cuma gunku "balik hasilati" nin resimlerini koyayim bari.

Hasilatin akibeti:
su anda kendileri tulumlari alinip fileto haline getirildikten sonra soklanmak sureti ile ilk kopekbaligi ziyafetine kadar derin dondurucuda uykuya birakilmislardir.
Ziyafetin, bayram gunlerinden birinde olmasi beklenmektedir, zira 3 gunluk tatilde en az 2 kez daha baliga cikilacak ve yeni hasilat getirilecektir.









Thursday, September 25, 2008

Ablami ozledim ben...


Ablami ozledim cok fena.

Burada bir cennet tabiri 1,5 yil gecirmistik, 2 dul hatun ve 3 cocuk; 3 ila 11 yasinda ucu de...

Hepimiz birbirimizin annesi babasi kardesi canisi...

Bana sanki "issiz bir adada kalsan kizinla beraber ne istersin" diye sormustu lambadan cikan cin ve ben 3unu; ablami, onuru ve ilkeyi istemistim.
Ve biz o adayi cennet yapmistik.

Ablami ozledim ben.
Ozledim ablami ben, hem onu, hem de bilmis bilmis konusmalarini ve beni toplamasini.

O bilmis bilmis konusurken ben yalandan agresif "aman be iyi be.. taam annadik.. sana ne!" demelerimi ve ondan cok sey ogrenmelerimi...

cok ozledim.

Wednesday, September 24, 2008

ofke...

soyle yumusacik anlatmaya calisacagim "ofke" yi :)

Öfke uygun ifade edildiğinde, son derece sağlıklı ve doğal bir duygudur. Ancak kontrolden çıkıp da yıkıcı hale dönüşürse okul-iş hayatında, kişisel ilişkilerde ve genel yaşam kalitesinde sorunlara yol açar. Pek çok kişisel ve sosyal problemlerin (örneğin, çocuk istismarı, aile içi şiddet, fiziksel ya da sözel saldırganlık, toplumsal şiddet) temelinde öfke vardır. Öfke hem dışsal, hem de içsel bazı olaylarla ortaya çıkar.


Genellikle öfkeye yol açan nedenler arasında; engellenme, haksızlığa uğrama, fiziksel incinme ve yaralanmalar, tacize uğrama, hayal kırıklığı, saldırıya uğrama, tehditler sayılabilir.

Bunlara ruhsal taciz de dahildir.

Ama "ofke" yi kontrol etmek gerekir.


Öfkenin düşünsel ve sağlık üzerindeki etkilerinin yanında bedensel belirtilerine de vardir;
. Uyaran duyguyu harekete geçirir,
• Stres ve gerginlik başlar,
• Enerjiyi arttıran Adrenalin salgısı artar,
• Nefes alıp verme sıklaşır,
• Kalp atışları hızlanır,
• Kan basıncı artar,
• Vücut ve zihin “savaş ya da kaç” tepkisi için hazırdır.

SAVAS YA DA KAC!!!

:-)

Tuesday, September 23, 2008

Monday, September 22, 2008

Mitten

Aliii babaninn bir ciftligi vaaarrr..

Gulteinen ve kurabiyesininn 2 kedisi bir kopegiii varrr..(laylaylom)


ne olmus?ne olmus?

bir yavru kedicik daha geldiiiyyyseeee....(laylaylom)

Alii babaanin ciftliginin nasil olsa kocaman bir kalbiii vaarrrr....(lomlom lay)

*******************

Paramount pictures ailemizin yeni uyesini sunar...

ve karsinizdaaaa ucuncu kedimiz MiTTEN!!!







Sunday, September 21, 2008

Kim bilir kim dusunuyordur simdi beni :)

Heh huh!

Kim bilir kim dusunuyordur simdi beni?

Kurabiyemle odevlerimizi yaptik; sutumuzu ictik, gunluk sohpet yapildi; -12 yaslar uyumaya cekildi:)

Annecik de dinlenmeye cekildi televizyonu kapatip; az sonra da muzik acacak.
Gunun yorgunlugunu atip ertesi calisma gunune hazirlayacak bedenini.Anne yorgun bugun; 3 toplantinin birine girdi birinden cikti, yeni gozluklerine alismaya calisti bu arada, basi dondu, surmenaj oldu annecik.

Bi de niyeyse simardi kendi kendine simdi saatin bir ilerlemisinde, gulumseyerek ve kendini degerli hissederek "kim bilir kim dusunuyordur beni" diyiverdi icinden o annecik.icindeki kucuk kiz cikiverdi birden ortaya:)

"Kesin once annemdir"diye dusundu annecik; anneanne demistir ki "Ah ne yapiyor benim kizlarim, ne yediler ki acaba bu gece.Kizim matematik odevinden bahsediyordu; kurabiyeyi; torunumu fazla hirpalamamis olsa bari bu gece ders calisacagiz diye(sanki kolej sinavlarina hazirlarken bana neler yaptigini unutmus gibi :))) ; ah su cocuga anlatamadim, universite temposuyla calismak zorunda degil fazla baski yapma cocuga diyorum hep... burnuma koktu kizim da torunum da simdi, gelseler de siki siki sarilsam, koklasam onlari; sarma yapsam onlara, acikmalarina firsat vermesem, hep sevdikleri yemeklerle surpriz ustune surpriz yapsam; bir de icli kofte yapsam kizima; ahhhh"

Babaciki dustu annecikin aklina bir de...Ilk akla gelen resim babacikin mangali nasil bir hizla yakacagi idi butun torunlar salatalara saldirmisti yaz tatilinde; babacik hala "off pufff off pufff" ufleye ufleye cocuklar karinlarini salatayla doyurmadan cop sisleri ve tavuk kanatlari yetistirmeye calisiyordu.
Aman da ne tatli bir babacikti; ne tatli bir dedecikti o; artik ancak ve en fazla 2 tek icebiliyordu aslan sutunden:))); o ciddi ifadesinde devamli biyik alti bir gulumseme ile her turlu takilma ve espriye dayanikli babacik:)) bu annecikin en sevdigi bir tanecik babacigi....

"Ablacik da simdi benimledir" dedi annecik.Oyle ya ablacik; kod adi "kucuk anne", konu yokken bile konu yaratir; akli devamli sevdikleri ve herkesledir, bir yandan kendi cocuklarina da yeterken...

Annecik muzigi acti; kulaklari oksanirken kadife kadife; kafasindan bir liste gecmeye basladi...

"kim dusunuyordur ki beni simdi?"

amanin o nasil uzun bir listeydi:) amanin da bitmedi de bitmedi:)

kendisini cok ama cok zengin hissetti annecik.

mutlu oldu annecik:)

gulumsedi;

muzik hala kulaklarini oksarken yine ama bu sefer daha buyuk gulumseyerek "sansliyim" dedi.

Thursday, September 18, 2008

Bir cay demleyesim var


Demleyesim var o cayi...
Tavsan kani misali.

Demleyeyim sunu koyusundan,
Agzimda kekremsi tadi az sekerli.
Aklimda annemin sana yagli, recelli ekmekleri.

Bir cay demleyeyim ben,
Fok fok otsun demlik sobanin uzerinde;
Sobayi nereden bulacagim ki simdi
Icinde citir pat odunlar patlayacak?
Icimde de mutluluklar?

Olsun ben demleyeyim cayimi yine de
Grubun kum firtinasina karistigi goruntusunde icmek icin.
Turuncu griye mi donuyor ne?
Bu kadar kum nasil kalkti ki birden ayaga?
Butun colun kumu mu karisti yahu firtinaya?
Gunesin batisiyla dogusu karisti birbirine.
Ben karismayacagim oraya, bakiyorum sadece.

Kum dedim de...
Kumda ne guzel kosardik cocukken ege sahillerinde.
Hepsi yerdeydi o zaman yapismisti yere deniz suyuyla.
Bir de kale yapardik saka gibi kumdan,
Dalgalarin kaleyi yalayarak yutmasini seyretmek icin.

Evet evet bir cay demlemek lazim simdi.
Turuncunun kumlarla kayboldugu gun batimina karsi icmek icin.
Ilk kekremsi tadda,
Gokkusagini getirmek icin akla.

Dubai-Eylul-2008

Tuesday, September 16, 2008

Kedi civcivi yememis!

Yillarin ustad gazeteci yazari Minum hep derdi "kopek adami isirirsa haber olmaz; onemli olan kopegi isiran adami yakalamak ve haber yapmak" diye...

Simdi ben "kedi civcivi yemis" desem bir cogunuz "eee nolmus; afiyet olsun" der gecerdiniz di mi?

"Best of friends: Lonely chicken Gladys finds her soulmate ... Snowy the farmhouse cat"

Bu sabah ise gelirken Seyh Zayed road yine azizlik yapti yogun trafikte tampon tampona giderken klasik benim channel 4 (104.8'de) kulagim; "Niel and Vicky" yine sabah seansinda, elalemi uyandircas diye gobek catlatiyolar, arada hos muzikler calarken arada da dinleyicileri sabah sabah gulmekten kirip gecirecek sohpetler yapiyorlar.
Onlardan duydum : "Ingiltere'de kedi 'snowy' evin tavugu 'gladys' i evlatlik edinmis" tabi bunlar sabah muhabbetinde civik civik kakara kikiri sohpette; ancak kedinin adini aklimda tutarak ofise ulastigimda netten buldum haberi :) sadece "snowy..cat..uk" yazmam yetti :)))




Hikaye soyle;
Bu 10 yasindaki kedicagiz(yani bu yasina kadar ne civcivler yemistir kimbilir) 2 ay oncesine kadar mir mir kedicik seklinde bir ciftlik evinde yasarken bir gun bahcedeki kumesi tilki basiyor.
Sozkunusu hain tilki, kumesteki 14 civcivin 11 ini yiyiyor(sonra herhalde doyuyor) ve orada 3 civciv birakiyor.

Kalan 3 yavrunun 2si de 2 gun icinde oluyor ve ciftlik sahibi teyzelerim amcalarim kalan tek zavalli civcivi evlerinde "ev hayvani" seklinde yasatmaya karar veriyorlar.
Ama ne cesaret amaa!! "Yahu evde kedi var siz delimisiniz?" de dememis hicbir komsu herhalde...kedi vejetaryen de degil bu arada:))

Radikal bir karar ya, kedicik sahiplerinin yuzunu kara cikartmamak icin evrim gecirmis bu sayede...
E bu sayede tum Ingiltere gazetelerinde cikmak, Dubaide 2 guney afrikali spikerin sabah muhabbetine dahil olmak sureti ile bir Turk'un blogunda bahis konusu olmak var.
Ben olsam ben de yemezdim civcivi; dunya capinda unlu olacagim yahu!

Ozetle bir kedigil; bir kusgil ile arkadas olmaya karar vermis; nasil olmussa olmus! hem kedigil bi de kusgili yememis:)
Ay yemedigi kalmamis, bi de onu yalaya yalaya bi guzel temizlemis paklamis!
Koklamis mirr yapmis ona anne sefkati vermis onu buyutmus pilic yapmis.



Isin ev sevimli tarafi, su anda 2,5 aylik pilic olan "gladys", gelip "snowy" kedisinin onunde boink boink zipliyormus ve kedi dayanamayip ona kocaman HUG veriyormus(sariliyormus).



Simdi su kediyle tavuk yavrusuna baktim da; derin bir ic cekip "Iki ayaginin ustunde durmayi basaran hayvanlar olarak daha coookkk yolumuz var katedecek."
dedim kendime kendime...

Baska kimse duymadi.

HEEEYYY!!! SANA DEDIIIIIMMMM!! KIMSE DUYYMADIIII DEEE DiiiiiiMMMMMMMM!!!!!

HEEEYYYYYYYY!!!!!

Sunday, September 14, 2008

Tanriya inanmak


(Lutfen tanriya inanmiyorsaniz ve/veya bu yazdiklarim ikinci cumleden sonra sacmasalak gelirse size gerisini okumayin.artik yaradana inanmak veya inanmamak konusunda radikaller oldugunu biliyorum.size saygi duyuyorum.yaradana inanmiyorsaniz okumayin lutfen.gozlerinize yazik.paylasamadik bu seferlik demektir; sadece bu seferlik, belki baska bir boyutta baska seyler paylasiriz:)

Bence almak lazim verilen mesaji zaman zaman hayatimizda:)

Yaradana inanirim hem de tam gonlumun icinden.
Bir tek yaradana degil; ona kendi varligima once ve tum yarattiklarina saygiyla hem de derin sevgiyle inanirim.

Tum dinlerin cikis sebebinin; ortalikta karmancorman kaos olmamasi ve insanlarin guzellige cekilmesi icin ciktigina ve bu sebeple olusagelip gelistigine inanirim.

Dini inancim;
HEPSI!

iyilige cagiran her dine inanirim.cunku bir tek tanriya inanirim.(tanri yazdiktan sonra apostrof koymadigimda tanrinin bana kizmayacagini bilecek kadar severim ve guvenirim)

Ibadetim;
SIFIR!

tapinmaya inanmam cunku benim inandigim tanrim benim ona kosulsuzca tapinmami istemez; benim inandigim ve tanidigim tanri icraat ister, sadece ona ve butunundeki iyilige inanmami ve cok iyi yurekle tekamulumu tamamlamami ister.
Tek dogru ve iyi sey; dogru ve iyi bir insan olmamdir!
Her anlamda!

Ben sadece yasayarak ibadet ederim.

Ben onunla dostum; cunku ben zaten iyi yurekli olmaya calisan bir insanim, capim enim elverdigince kosullarimca iyiligi yasamaya yasatmaya ve KOTU ye aktif bir sekilde engel olmaya calisiyorum.
O nunla sohpet edebilmeyi cok isterdim yalniz bu arada!!!.O kadar cok isterdim ki soyle bir on dakika sohpet edebilmeyi onunla:)
bazi elestirilerim de olacakti ona almadigi bircok onlem icin.Belki alacagim yanitlar neden oldugunu anlamami saglayacakti.

Yanlislikla su anda bloguma girmis olan koyu ibadet inancli bazi insanlar "hasa tobe! ne diyor bu kafir!" demis olabilir.Pardon onlarin da kalbini kirdiysam ama;
biraz da onlari "yaradanin sakaci ogreten yanini anlamaya" davet etmek istiyorum.
Davetimi reddettiyseniz lutfen kapatin sayfami.

Asil soyleyecegim suydu; boyle bazen derin depresyonda yokoluyoruz; sanki butun dunya ustumuze geliyor gibi geliyor ya.. Hani hassas zamanlarimiz oluyor; sanki dunyanin agirligi omuzlarimizdaymis da bir adim daha atsak butun dunya cokecekmis gibi...

Sonra kel alaka bir sey geliyor basimiza "yuf yafu son zamanlarda basima gelenler pismis tavugun basina gelmedi" demek de mumkun; veyahut "yav, aslinda nasil sorunlarim olabilirmis, sukurler olsun cozebilecegim sorunlarim var" demek de.
Secim bizim.

Ben sectim.

Hassas bir donemden geciyorumDUM idim.. dim.. imm.. mmmm.... (yine) yasamsal olarak, yazilarimdan da anlasilabiliyordur; dostlarim anliyor zaten.
Yanliz bu sefer fazla agir geldi galiba.

Yaradan kozmik sakacilari ile bir gun (yani dun) KOR etti beni!!!
ALDIM KABUL ETTIM!

Kendime gelecegim; hem de derhal:)) amanin o ne ya; baktigim seyi goremedim, telefonuma gelen sms i bile okuyamadim...

Sorunlar olsa da kor degildim aslinda ne guzeldi; ama olsaydim nasil duyumsanacagini gordum!

Bu neydi ki aklimdaki ve karsimdaki sorunlar; bedensel ve zihinsel islevleri oldugu muddetce insan yavrusunun halledemeyecegi cozemeyecegi bir sorun var mi olum olmadikca?
Yok!!!

ee? daha ne offleyip pofluyoruz degil mi?

farkimiz aklimizin olmasi di mi; hem de biz daha da farklilarin; dag gibi yuregi olmasi degil mi!!!

KENDImi hatirladim ve KENDIME GELDIM.

HOSGELDIM.

Saka gibi...


Vallahi aklim cikti dun!

Yastan olsa gerek, gozler iyice bozulunca artik gozluk takmak kacinilmaz oldugundan dun goz doktoruna gittim.Olctu bicti; beklenen son, gozluk verdi tabii ki.

Ancak bu arada hazir yakalamisken bir de goz tansiyonuna bakalim dedi, aman demez olsaymis!
Bir damla surdu gozume cok yakti, sonra batikon gibi bisiy surdu, sonra boyle mavi isikli bisiyle gozumun icine dokundu filan...

Oradan ciktigimda gozler sulu sulu tam net goremiyordum, uzerinde durmadim.

Ancak eve geldikten iki saat sonra HALA! hicbirsey okuyamayinca panik olup doktoru aradim; kadin "bazi bunyelere alerji yapabilir bu damla, endiselenmeyin, gece uykusundan sonra gececektir" dedi demesine ama o kadar dert bir durum ki!!!
Gece yarisina kadar hicbirsey goremedim yakin mesafedeki.Traji komik durumlar da oldu hani; telefonuma mesaj geldi; baktim; bulanik bisiy... birak ne yazdigini, kimden gelmis onu bile goremedim, attim kenara telefonu.Kendi kendime "Kul istemis bir goz Allah vermis iki goz, hey Allahim gozlerimin kiymetini anladim ne olur normale doneyim" deyip duruyorum.

Gece, biraz biraz klavyedeki harfleri goremesem de bilgisayar ekranini gormeye baslayinca moralim duzeldi; asagidaki yazimi da masus duzeltmedim tum dogalliginda kalsin kendi kendime arada bir donup bakayim gozlerimnin kiymetini hatirlayayim diye...

Elimizdekilerin kiymetini kaybetmeden veya kaybetme tehlikesi olmadan ogrenmeyi ne zaman ogrenecegiz cok merak ediyorum!!!

Saturday, September 13, 2008

ben by gece kopr oldim!

Yok yok mecazi anlamda sdegilk;
bu gecew ben kor oldumn..

goz doktronuma gittim, gz tansiyonu olcvmek icin bi ilac yazsdi.
hala bllurty goruyorum,

panihe kapldiom, drt u ardim

bazio bunyelt alerji yapar desi.

sabah gececek, giruyrim ama puslu.

sanuyorum sabah yazayum bunu.

(bin kerw word tsti yazimi engelkdi kyrebiye saplsun)

Hangi hayallerinizden vaz gectiniz? Mim!!!


Size de cagrisim yapmistir.
Bir kredi karti reklaminda duydum bunu; ama bir saat belki dusundum sonrasinda...

Haa bu arada; gercekten basarili bir reklam bence, goruntuler filan.. ta ki asil mesaj gelene kadar cok basarili bir derleme...

Bu reklami izlerken HANGI HAYALLERIMDEN VAZGECTIM BEN? diye sordum kendi kendime.
Liste yaptim hatta, hayatim bir film seridi oldu adeta.
Hatta daha da oteye gittim; HANGI HAYALLERIM GERCEKLESTI dedim.

Bir de SU ANDAKI HAYALLERIM NE? diye sordum kendi kendime.

Hadi paylasalim madem.

Vaz gectigim hayallerim:
1)8 yasindayken karnina bastigimda konusan bir bebegim olmasini cok istemistim.Ablamin Manolya'sini cok kiskaniyordum Almanyadan bir aile dostumuz getirmisti Manolyayi.Ablam bazen ona sarilmama izin veriyordu.9 yasima geldigimde bu hayalimden vazgectim,Ailemin bana oyle bir bebek almaya gucu olmadigini ogrenecek kadar buyumustum.
2)11 yasinda; ilkokul 5.sinifta trampet takimina girebilmek icin hayal kuruyordum; ama takima girmenin kurali o okulda en az 2 yil okumus olmakti.Bergama'daydik.Ailem o yil tayin olmustu Bergama'ya, benim sucum yoktu ki...Takima alinmadim cok agladim; hayalimden vazgectigim anda baska bir okulda ogretmen olan annem girdi devreye, ve ben bir sonraki bayramda sokaklarda trampet calarak yurudum(benim icin hicbir anlami olmadan... cunku gerceklesmis bir hayalim degildi artik, ben haylimden coktan vazgecmistim)
3)15 yasinda basketbol takiminin en iyi oyuncusu olmayi hayal ettim.Takimdaydim, iyi oynuyordum, ama hic bir zaman "en iyi oyuncu" olamadim, maalesef; hizli kosuyordum pire gibi ama kollarim zayifti...hayalimden vaz gecip "takimin bir parcasi" olmanin daha degerli oldugunu ogrendim.Vazgectigim hayalimle 6 yil takimin bir parcasi oldum.
4)ODTU siyasala girmeye calistigim yil 1985 di.Bu benim hayalimdi, ama ben maalesef dorduncu tercihimi; Istanbul Uni.Uluslararasi Iliskileri kazanmistim.
Sindirmem zaman aldi.
5)1993 yilinda Fransa'ya yerlesmeyi dusunerek bir (yaz) dil kursuna gittim, 4 yildir biriktirdigim butun paramla.
Evet hayalim kadar guzeldi Fransa; ama yerlesecegim yer degildi.
Vaz gectim.
6)94de evlendim dunyanin en mutlu evliligini yapmak icin, hayallerimdeki evliligi yasayacagima emindim.Olmadi.11 yil sonra bu hayalimden vaz gecip havlu attim.
7)Tam Kanadaya goc etme planim/kararim varken Dubaiden is tekilifi aldim ve eksi 40 dereceye tasinacakken arti 40 dereceye tasindim 2004de!(iyi de oldu valla kemiklerim isindi; ben cok usurum cunku)

Gerceklesen hayallerim:
1)Hep duygulu,akilli,duyarli bir cocugum olsun derdim genc kizlik zamanlarimda; kurabiyemle odullendirildim.
2)"Ben yonetici olarak dogmadim ama ogretimlerimle harika bir yonetici olabilirim" dedigim anda odullendirildim; aktif bir ekibi kurmak uzere yonetici olarak atandim.
Ekibimi kendim kurdum.Hepsi benim kadar duyarli ve sorumlu.
3)"Hayir" demeyi ogrendim.
4)"Sakin"olmayi ve bogazin 9 bogum oldugunu ogrendim.

Simdiki hayallerim:
1)Kurabiyemin basarili bir sekilde liseyi bitirdigi mezuniyet torenine gidecegim.
2)Kurabiyemin cok istedigi universitede okumaya baslayacagi gun onunla gidip kayit yaptiracagim.
3)Kurabiyemin bebesinin kokusunu cigerlerime cekecegim; O ve onu cok seven sevgili esi bana gulumseyerek bakarken.
4)..................
5)..................

Simdi sira size; sizin VAZGECTIGINIZ HAYALLERINI NAYDI?, GERCEKLESEN HAYALLERINIZ NE?, AKLINIZDAKI HAYALLERINIZ NE?


Benimle oynar misiniz sevgili abi, uctemmuz, artemis, Tutu, Gulcin, ruhdagi ve Vladimir? (hep demek isterdim ama o pasif icici olarak takiliyor:)))

Wednesday, September 10, 2008

Kick back!


Kurabiyemin ogretmeninin bir uygulamasi imis "Kick back".

Veli toplantisina gittigimizde "siz okurken veya birisi size birsey okurken tamamen konsantre olabilmek degil mi onemli olan? iste ben de bu mantikla butun cocuklara bir sey okuyacagimda ayaklarini siranin ustune koyup, sandalyelerini geriye dogru kaydirip ellerini enselerinde kenetleyerek beni dinlemelerini tavsiye ediyorum... Bazisi sinifin kosesindeki hali parcasina yari uzanip kafasini eliyle tasiyarak beni dinleyebiliyor isterse...
Ve ben bu halde onlara 40 dakika boyunca sinifta hic cit sesi cikmadan, hepsinin gozu ve kulagi bana kitlenmis sekilde kitap okuyorum.

Okudugum her sey hepsinin aklinda kaliyor:) test ettim! kesinlikle hepsi akillarinda kaliyor!"

Kurabiyem bu yil okulun basladigi ilk gunde bana bundan bahsetmisti ama cocuk akli biraz abartiyor demistim, o ne yaa sereserpe ayakkabi masada filan, "asla boyle bisiy olamaz cocuk hayalini anlatiyo yazik" diye dusunmustum.
Ama ogretmenin agzindan duyunca inandim ve daha da hosuma gitti bu acayip uygulama.

Hemen soyle bir sey hayal ettim :

Bizim genel mudur geliyor, bana onemli bisiy anlatacak, konsantre olmami istiyor "lutfen .. hanim.. soyle ayaklarinizi masanin ustune kaldirin, geriye kaykilin, ellerinizi ensenizde toplayin!
Veya ne bileyim bacak bacak ustune atin; ellerinizi dizinizde birlestirin ve bana dik dik bakin!
Aman ne yapiyorsaniz yapin full konsantrenize ihtiyacim var!" diyor ve ben ne yapiyorsam yapiyorum, o konusmasina devam ediyor...

hahahhahah


ne kadar cok ve kocaman kaliplar icinde yasiyoruz diil mi?

Hem de hepsini biz yapmisiz:)))))))))))))

Monday, September 08, 2008

Inanmadigim Nietzsche!

Bugune degin iyi ve kotu uzerine en berbat dusunceler ortaya kondu.
Bu her zaman cok tehlikeli bir sey oldu.

Vicdan, iyi bir sohret, cehennem; durumuna gore polisin bizzat kendisi onyargisizliga izin vermiyordu ve vermiyor.

Iste gunumuz ahlaki uzerine, her otorite karsisinda alinan tavirda oldugu gibi, dusunmemek, pek de konusmamak gerekiyor.

Burada itaat edilir!

Dunya var oldugundan bu yana hic bir otorite kendisinin elsetiri konusu yapilmasina istekli gorunmemistir.

Hele ahlaki elestirmek, ahlaki bir sorun; sorunlu bir sey olarak ele almak; Nasil olur? Bu ahlak disi degil miydi? Simdi degil mi?

Ama ahlak; kendisinden elestiren elleri ve iskence aletlerini uzak tutmak icin sadece her turlu korku aracina hukmetmekle kalmaz;
Onun guvencesi, kullanmasini cok iyi bildigi, bir tur goz boyama sanatinda yatar.. NASIL costuracagini bilir....

SIk sIk, tek bir bakisla, elestirici iradeyi felc etmeyi; hatta kendi tarafina cekmeyi basarir.

Onun kendine karsi tavir almasini basardigi durumlar da var :


Bunun sonucunda irade, tipki bir akrep gibi kendini sokar!!!

Aklak da baslangicindan beri ikna etme sanatindaki butun seytanliklari bilir.

Bugun bile onun yardimina basvurmayan hicbir kimse yoktur.

Nietzsche

******

Bu tanim, yorum ve/veya yarginin tamami yanilgidir!

Elestirici irade insan yiyen vahsi bir ayi oldugunda Nietzsce'yi de yer!!!

Enkelini

Sunday, September 07, 2008

Ben biraz yabaniyim ustunuze afiyet

Ben hic sitem etmem biliyor musunuz?
Sitem edildiginde ise bana tuylerim diken diken olur! KiRPi olurum!!!

Didiklemem insanlari.
Didiklendigimde de KiRPi olurum!!

Kosul koymam iletisime, paylasima, bana koyulan veya benim koydugum sifata; ondandir onlarca zaman sonra tekrar bulustugumda herkimse, kaldigim yerden baslayabilirim.
Veya bir daha ASLA baslamam.

"Herkesin bir hikayesi vardir" a hep inanisimdan kaynaklanir saniyorum bu.
Herkesin hikayesine saygi duyarim; sebepleri asla sorgulamam.

Paylasilan paylasildigi donem ve mekanda kiymetini tasir cunku.
O zaman ve mekan disina cikildiginda paylasim bitiyorsa; bitecekse biter!
Sebepli bu birliktelikten iki taraf da alacagini almis; doygunluk noktasina ulasilmistir artik; daha fazlasini zorlamanin anlami yoktur.
Siz hic 1 bardak suya 1 BARDAK seker karistirmaya calistiniz mi?
Su yeterince sekerlendiginde fazla seker suyun dibine cokecektir zaten.Isterseniz sonsuza dek sikir sikir karistirin; doyduktan sonra o su; daha fazla sekeri almiyacaktir.
Veyahut tuzu.
Doydu mu birakacaktir gerisini dibine tortu olarak.

Iste bu sebeple anlamam sitem eden insanlari; bana hep bir antipatik gelirler; boyle bir anda sogurum buz gibi; aciklama ihtiyaci bile duymak istemem.. boyle bir "uzayli" gibi bakarim onlarin yuzune...
Bana degil ille de; bulundugum ortamda birileri birilerine sitem ettiginde de uzayli gormus gibi bakarim! Veyahut midem bulanmis gibi olur yuzum...

Zorunluluktan nefret ederim!
Didisinin vidisinin bilmemneysi oldugum icin ve toplum beni onu yapmayi emrettigi icin sekilci birsey yapmaktan nefret ederim!
"Aman sunu yapayim da bu is de ciksin aradan" diye kimseyi aramamisimdir ergenlik yillarimdan beri hatta.
Ailemde herkes bilir bu yabani tarafimi onun icin, basta annem :) yillarca once pesimi biraktilar zaten bu konuda.

Vicik vicik iliskilerden istemedigim ama oyle olmasi gerektigi icin "-mis gibi" yapmaktan nefret ederim!

Ben istersem(!) kutlarim.Benim icin O nu kutlamanin bir anlami varsa ve kutladigimda O nun icin anlam tasiyacagina inaniyorsam, kutlarken ben de mutlu olacaksam, kutlarim.
Kutladigimda da O cok sevinir zaten cogunlukla.
Robot gibi bir sesle kutlamayi kabul ederse, yani yanildiysam, zaten bir daha hicbirseyini kutlamam.Hicbirseyine bisiy yapmam.
Tavsan daga kuser o zaman ama kusuyor olma durumu zaten tavsani ilgilendirir sadece.
Tavsanligimi bilir, havucumu alir cekilirim!

Gercekten uzulduysem ve bu dilegim o insan icin birsey ifade edecekse bassagligi dilerim.Bassagligi diledigimde o insanin sicacik yuregine dokunabilecegime inaniyorsam ve konusma esnasinda bassagligi diledigim insanin ici ben aradigim icin sicacik oluyorsa o zaman arar bassagligi dilerim.
Yoksa karsilastigimizda empati kurar, sicacik bakar, arkadasca baska birsey soyler gecerim.
Karsilasmiyorsak zaten karsilasmiyoruzdur.

Ozeli de didiklemem.
Kimsenin kabugunun icine girmeye calismam; tirmalamam kimsenin kabugunu!
Bana anlatilan kadarinda kalirim.
Hikayenin devamini asla merak etmem; anlatan zaten anlattigi kadarini paylasmak ihtiyacindadir; onun icin noktayi onun koymasina izin veririm.
Noktayi omzumla yukari dogru ittirip bir de altina virgul koyup " eee? dahaaaa?" asla demem.
Cunku o nokta Onun bahsi gecen anda en degerli varligidir.
Kimsenin noktasini taciz etmem.
Kimsenin noktasini noktali virgul yapmaya calismam!

Cunku benim NOKTA larim da benim icin degerlidir.
NOKTA mi elleyen olursa KiRPi olurum!!!!

Dedim ya; ben biraz yabaniyim!

Dostluk uzerine

Bir zamanlar hep bana biraktigi bir yorumda "duz, ciplak ve temiz dostluklar bulmani dilerim" demisti; o anda o yoruma takilmamistim. Iyi temennisi icimi sicacik yapmisti sadece.

Bu gece eski yazdiklarimi okurken gozume takildi(benim eski yazilarimi okumam da bana has birsey mi bilmiyorum. Hani derler ya "insan zugurtleyince eski defterleri karistirirmis" o hesap benimki de iste, deli kizin ceyizini seyrettigi gibi; yazip yazip geri donup okuyorum nedense :)))

Bugun canim istedi soyle bir kendimi sorgulamak:
"Benim hic duz, ciplak ve temiz dostlarim olmus muydu? Hepsi birden olmus muydu? Veyahut biri ya da ikisi en azindan?kac tane olmustu ki eger olduysa?"

Kendime cevap hakkimi kullanirken hemen aklima ilk ve son kisi geldi.
Evet benim hayatimda hem DUZ hem CIPLAK hem de TEMIZ bir adet TEK BIR TANE! dostum olmustu. Yasasindi! evet olmustu!

Kendimi ozel hissettim, ve devam ettim; peki ya sadece DUZ veya CIPLAK veya TEMIZ?

bir yokladim aklimi... evet yaa.. biri veya ikisi birlikte, bir elin 5 parmagini gececek kadar ama 2 elin 10 parmagindan az gercek dostum olmustu ve daha sadece 42 yil yasamistim :)))

Kimbilir sonraki 42 yilda daha ne kadar olacakti :-D

Kendimi cok zengin hissettim!

Friday, September 05, 2008

"vezneciler kiz ogrenci yurdu'"n dan bir ani


Onceden anilar malum.

"Kuzum" kod adlim, yurttan da okuldan da arkadasim ya hani.

benim universitenin ilk gununden beri arkadasim hani.
yani 23 yildir ya.bilirsiniz bahsederim kuzudan hep.

Kuzu adinin nereden geldigini animsiyorum da simdi:))

Daha birinci sinifta iken bu savurta savurta yuruyo sari saclarini ben de kiskanmisim belli :))) "bana baksana sen, bu deli gibi kafandaki buklelerle 'kuzu' ya benziyon sen biliyon mu?" demisim aniden, (onun saskin suratini hic unutamam) sona yarim saat gulmustuk beraber."senin de saclarin pirasa gibi" demisti hala gulerken, belime kadar uzun dumduz mavi siyah saclarim vardi.

Bu aksam sanat muzigi CD leri dinlerken kuzumu hatirladim.
Sesi cok guzeldir kuzumun.
Ben de babam sayesinde bir suru eski sanat muzigi sarkisinin sozlerini bilirim cocuklugumdan beri; sesim guzel degildir ama en azindan "catlamaz" eski sarkilarda bile.
Babamin aska geldigi bircok anda annemle beraber mesketmelerini izler ve dinlerken farketmeden ogrenmisim bir cok eski sarkiyi; su gibi soylerim hala.
Annemle babamin birbirlerinin gozlerinin icine baka baka soyledikleri sarkilar geldi simdi gozumun onune; "his" oldum...
Neyse...

Kuzumla, vezneciler de, 1500 kisilik yurtta kalirken 6 kisilik odalarda yerlestirilmistik.
2inci kattaydik.Odada 3 tane ranza ve ranzalarin arasinda bir masa vardi.dolaplar duvarlara yapisik.
Banyo "hamam" usulu idi, o yuzden once haftalarca yikanmamaya calismistik.Sonra alismistik "hamama" :)
Odada asla ders calismaz ve asla ozel bir seyimizi paylasmazdik.
Tanimadigimiz insanlardan ozelimizi kacirmayi o yasta biliyorduk cunku.

Odevlerimizi ve projelerimizi etud odasinda bitirip kosa kosa odaya kitaplarimizi ve notlarimizi birakip, sonra yine kosa kosa "sahin yuvasi"na cikmamiz dun gibi aklimda.

"sahin yuvasi" bizim ozel yerimizdi, kimsenin gelmedigi; yurdun en ust katinda, hafif urkutucu bir cam onu; ancak bir cikmasi var oraya camin onune yani ve uzun bir mermer koymuslar bir insanin dizlerini cekip oturdugunda sigacagi kadar.
Oradan Halic'e dalan martilarin sesleri daha da "ciyak ciyak" adeta bir insan yavrusu aglamasi seklinde duyulur, ilk anda urkutucudur sesler, ama biz konuyu cozdugumuzden beri hic korkmazdik onlardan.
Binadan disari bakildiginda karanlikta suzulen martilar ve ciyaklayan sesleri aslinda bir korku filmi sahnesi gibidir.
Hele de ay isigi varsa beyaz cizgilerin korkulu dansi ve efekt muziki gibidir sahne.
Dedim ya biz korkmazdik, arkadasimizdi onlar bizim.
O ciyaklayan martilarin dili olsa da simdi anlatsa bizim anilarimizi, o "sahin yuvasi"nda paylastiklarimizi...buyurkenki aklimizi, dertlerimizi, hayallerimizi, sirlarimizi...

Birimiz camin icindaki o mermere tuner birimiz de, koridordan ordan burdan buldugumuz/arakladigimiz sandalyeye, daha asagiya oturur, elimizde sigara paketlerimiz(aman bitecek galiba diye korktugumuz) ve cakmaklarimiz, aklimizda anilarimiz, kalbimizde hayallerimiz, ruhumuzda umutlarimiz; saatlerce birbirimize anlatir durur,hatta bazen ayni anda konusur ve birbirimizi de duyar; ama en sonunda mutlaka sarki soyleyerek sonlandirirdik muhabbetimizi odaya yatmaya gitmeden once.

"Omrumce heppp adim adimmm"
"inleyen nagmeler"
"ispanyol meyhanesi"
"ben gamli hazan"
"donulmez aksamin ufkundayim"

ve daha niceleri... hic bagirmadan kimse rahatsiz olup sikayet etmesin diye; adeta fisildaya fisildaya, fisildayarak haykirirken catlayan seslerimizle, saatlerce sessizce ama icimizden haykira haykira soyleyip sarkilarimizi saat 24:00 olmadan sonlandirir yatmaya giderdik odamiza... diger dogru durust tanimadigimiz 4 kisi ile paylastigimiz odamiza.
Bu sirada cogu koridorun isigi sonmus olurdu, ama biz korkmazdik karanliktan.

Hala da 40'i astik ikimiz de; ve hala ikimiz de,ikimizin kizlari da korkmuyoruz karanliktan; karanliklardan :)))

Thursday, September 04, 2008

Gozunun icine bakabilmek


Cok kolay!

Gozunun icine ta da bebegine bakabilmek kimsenin
kirpmadan kirpiklerini...gizler de gozler de ates oldugunda bile!

Cok kolay!

Elini kolunu nereye saklama sorunun olmadan,
cenen 90 derecede yere, yer kaysa bile.

Gerektiginde alayci ama cogunda,
gozlerinin ici gulerek gulumsemek, gulumseyebilmek.

Cok kolay!

Yalanlarla tokezleyip,
dogruyu ogrendikten sonra her aldigin nefese odul diye,
o dogru icin sukunetle beklemek.

Kaygilardan anilanip artik kaygisiz yasayabilmek,
bir kucucuk kum tanesinden inci olusturuvermek kabugunun icinde
oralardaki mercanlari kirmadan,
sana degerli sana has incinin guzelliginde kaybolmak...

ve hepsinin bundan ibaret oldugunu bilmek.

Tuesday, September 02, 2008

Salomeye


Oyle bir hayat yaşadım ki,
Cenneti de gordum, cehennemi de
Oyle bir ask yasadim ki
Tutkuyu da gordum, pes etmeyi de
Bazilari seyrederken hayati en onden
Kendime bir sahne buldum oynadim
Oyle bir rol vermisler ki
Okudum okudum anlamadim
Kendi kendime konustum bazen evimde
Hem kizdim hem guldum halime
Sonra dedim ki ' soz ver kendine '
Denizleri seviyorsan, dalgalari da seveceksin
Sevilmek istiyorsan, once sevmeyi bileceksin
Ucmayi seviyorsan, dusmeyi de bileceksin
Korkarak yasiyorsan, yalnizca hayati seyredersin
Oyle bir hayat yasadim ki, son yolculuklari erken tanidim
Oyle cok degerliymis ki zaman
Hep acele etmem bundan,

Anladim...

Nietzsche

**********

Sonra dustum..
az acidi.
dusmekten korkmamayi ogrendim.

Acele edince dusuldugunu de...
artik acele etmemeyi de ogrendim...

cenneti cehennemi ayird etmeyi ogrendigimde,
hayati on koltuktan seyretmeye basladim...

enkelini

Monday, September 01, 2008

Pitircik


Çocukluk Arkadaşım Pıtırcık Kaplumbağam

İnsanlar birbirlerine aşık olabilmek için yaklaşık yirmi yıl kadar beklemek zorundalar ama, hayvanlara aşık olabilmek için hiç de o kadar beklemeleri gerekmiyor.


Sadık bir hayvansever olmamın köklerinin, çocukluk yaşlarıma değin uzadığını bilmemden kaynaklanıyor bu yargım.


Çocuklar genellikle sokakta arkadaşlarıyla oynayarak büyürler ya, inanır mısınız, ben yalnızca sokakta arkadaşlarımla oynayarak değil, ayrıca evde hayvanlarımla da oynayarak büyüdüm. O çocukluk yaşlarımızda bile biz mahalle arkadaşı her birimiz, evlerimizde kendi yetişme ortamlarımızın deneyimlerini, görgü ve adetlerini , ayırdında bile olmaksızın, birbirimizle paylaşarak, birbirimizin gelişmesine katkı sağlıyorduk ama… Ben ayrıca evde, karınlarını besleyip doyurduğum hayvanlarımı büyütmeye çalışırken, onlar da benim beynimi ve yüreğimi besliyorlar, onlar da beni büyütüyorlardı.


Şimdiki çocukların hayvanları gibi, üzerlerinde “Pet-Shop” yazılı vitrinlerden satın alınıp, doğum günü armağanı paketler gibi süslenerek gelmediler bana benim hayvanlarım. Onların kimini evimizin bahçesinden, kimini kırdan, kimini ormandan ben buldum, kucağımda ben getirdim eve.

Onlar, satın alınan hayvanlar gibi birer “çocuk oyuncağı” değillerdi; doğada birbirimizle tanıştığımız, birbirimizi sevdiğimiz, sonra da birlikte bize eve geldiğimiz “çocukluk arkadaşlarım” idiler, her biri...


Ben tam 11 yaşımdaydım ama, tavşanım kaç yaşındaydı bilemiyorum. Balığımın yaşını da, ipekböceğimin, köpeğimin, kedimin, kurbağamın yaşını da bilmiyordum. Yalnızca civcivimin henüz bebek yaşında olduğunu biliyordum. Fakat hepsiyle, sanki onlar da 11 yaşındalarmış gibi anlaşıyor, sevişiyor, oynuyordum.


Komşumuz İlyas Amca’ların bostanında birgün bir kaplumbağa buldum. İlyas Amca evde yoktu, o nedenle eşinden izin istedim:

“Bostanınızda bir kaplumbağa buldum, Gülistan Teyze” dedim. “Size lazım değilse benim olsun mu?”

Gülistan Teyze yanaklarımı koparır gibi öptü:

“Hay Allah senden razı olsun, kızım” dedi. “Bana ne demeye lazım olsun ki kaplumlağa?… Salatalıkları, domatesleri kemirip kemirip bırakıyor. Şükretsin ki onu sen buldun da elimden kurtulmuş oldu. Bizim bahçeden gitsin de, dünyanın neresine giderse gitsin…”

Kaplumbağalar kucaklanır mı, kucaklanmaz mı bilmem ama, Gülistan Teyze’nin “Dünyanın neresine giderse gitsin” diyerek o gün bahçesinden kovduğu kaplumbağayı kaptığım gibi, göğsüme sıkı sıkı bastırarak doğruca eve koştum.

İyi ki komşularımız bizdeydiler ve bahçede annemle koyu bir sohbete dalmışlardı. Onlar da, annem de, birbirlerine laf yetiştirmekten, kollarımla göğsümün arasındaki kaplumbağamı görmediler. Ben de o sayede yeni arkadaşımı, kazasız ve münakaşasız olarak odama getirebildim.


İki gün odamdan çıkarmadım kaplumbağamı. Buzdolabından gizli gizli aldığım salatalıkları ve kıvırcıkları, yine gizli gizli odama taşıdım, yeni arkadaşıma yedirdim. Fakat ikinci günün sonunda odamdaki kaplumbağa çişini ve kakasını temizlemek bana hem zor geldi, hem de oyun dışı bir mızıkçılık gibi geldi. Aldım onu, bahçeye çıkardım. Artık bahçede dolaşacak, orada yatıp uyuyacak, kahvaltısını da ve tabii çişini, kakasını da bahçede yapacaktı.

Herşey iyiydi, hoştu da, ya dalgınlığımızdan yararlanıp, alıp başını uzaklara giderse ne olacaktı? Ya başkası başkası onu bulur da, kendi sahiplenmeye kalkarsa?

Güzel bir fikir geldi aklıma. Kaplumbağama önce bir isim bulmalıydım, sonra da onun bu ismini bir yerine yazmalıydım.

Evde kimsenin olmadığı bir anda, annemin kırmızı ojesini çaldım, bahçemizin kuytu bir köşesinde kaplumbağamın üzerine ojeyle "Pıtırcık" diye yazdım.
İyi ki de yapmışım bunu. Sitemizin benden küçük çocukları, Pıtırcık gezmeye çıktığında onu bulup bana getiriyorlardı. Evimizin ana giriş yolunun başından cıvıl cıvıl sesleriyle ".. ablaaaa... Pıtırcık sitenin dışına çıkıyordu. Onu yakaladık, getirdik” diye bağırıyorlar ve eve fazla yaklaşmadan Pıtırcık’ı bana yolun başında teslim ediyorlardı.

Pıtırcık kimi gün Mesudaaanim teyzelerin bahçesinde semizotlarını yerken yakalanıyor, kimi günler Ali beyamcaların serasındaki saksı çiçeklerinin yapraklarının tadına bakarken suçüstü yapılıyordu.

Sitemizin çocukları için Pıtırcık, yepyeni bir oyun olmuştu.

Pıtırcık yerinde duramıyor, oraya buraya koşuşturuyor, biz sitenin tüm çocukları da onu kovalıyorduk. İlk gün yapmaya çalıştığım gibi onu artık gövdesinden iple ağaca bağlamıyordum çünkü.

Onu bahçeye çıkardığım ilk gün kaçacak diye o beni korkutmuştu, sonra da iple ağaca bağlayarak onu ben korkutmuştum. Öyle çok korkmuştu ki, bağını çözmek zorunda kaldığım güne değin, evinden dışarı tek adım atmamıştı. Ben de biraz ona kıyamadığım için, biraz da bu yaptığımdan utandığım için daha fazla dayanamamış, ipini çözmüştüm.


Pıtırcık ilk günlerde biraz fazlaca ürkekti. Bir metrelik tehlike alanına girildiğinde ya da o bölgede bir golge hissettiginde, kaşla göz arasında kafasını, kollarını ve bacaklarını bir anda içeri, kabuğunun içine çekiveriyordu.

Başını okşayabilmem için o denli çok uğraşmama karşın, bir türlü izin vermedi
bana kendisini sevmeme…

Onu günlerce, gecelerce izledim. Kayış gibi yeşil-kahve derisini ellemeye çalıştım, parmağımı kabuğunun içine sokup, kafasını dışarı çıkartmaya çalıştım, yine başaramadım onu okşamayı.
Onu uzun uzun seyrettikçe ve izledikçe, çok özel bir duygu oluştu yüreğimde. Ona özenmeye başlamıştım.

En ufak bir tehlike olasılığında bile bir anda kendini kabuğunun içine çekebiliyor ve tümüyle bir güvenlik zırhı içine girebiliyordu.

Sitenin arsız kedileri bile rahatsız edemiyorlardı onu bu zırhına çekildiğinde. Önünde arkasında, sağında solunda dolanıyorlar, yalnızca kabuğunu koklamaktan ve sonra da oradan çekip gitmekten başka bir şey yapamıyorlardı.

“Kabuğunun dışındaki dünya”da tehlike geçtiğinde ise, yine o çirkin ama bir o kadar da sevimli ejderha suratını kuşkuyla kabuğundan çıkarıyor, çevresine dikkatle bakıp, güvenlik denetimini yaptıktan sonra pıtırcık pıtırcık adımlarıyla pıtırcık pıtırcık ilerliyor, daha lezzetli otlar aramasını sürdürüyordu.

O yaşlarımda kimselere söyleyemediğim bir duygumu, izin verirseniz şimdi burada, size açıklamak istiyorum:

O yaşlarımda da, bunca yıl sonra bu yaşlarımda da hep "keşke benim de böyle bir kabuğum olsaydı" diye düşündüm.

Onbir yaşımdaki bu düş, şimdi bu yaşımda bir yaşam gereksinimi olarak karşımda dikilmiş, duruyor…

Çocukluğumun düşünü şimdi bu kimliğiyle görmeye başladıkça, yalnızca yaşamın kendini değil, o yaşamın içinde büyümenin ne demek olduğunu da öğreniyorum galiba.

Pıtırcık’ın ellerimle dokunabildiğim kabuğunu, her geçen yıl biraz daha büyüdüğümde, ben de oluşturmaya başlamıştım çevremde. Hatta yalnız kendim için, kendi kabuğumu oluşturmakla kalmayacaktım, çevremdeki kişilerin kabuklarını da görmeye başlayacaktım.

Herkesin çevresinde kendine özgü bir kabuğu vardı. İnsanların kabuğunun benim çocukluk arkadaşım Pıtırcık’ın kabuğundan farklı iki özelliği, ellenemiyor olması, sert olmaması idi. Bir de, insanların kabuğunun üzerinde yaşam çizgileri olmadığından, kabuklarına bakıp, onların kaç yaşlarında oldukları anlaşılamıyordu.

Pardon, pardon… Galiba bu kadarcık değil bizim kabuklarımızın farklı özellikleri…
Bir de "yalnızca biz istediğimizde ve biz istediğimiz kadar" çıkarabiliyorduk kendimizi kabuğumuzdan…

Önce çevremizdekilere bakıyorduk, sonra karşımızdakilere bakıyorduk, ancak sonra karar verebiliyorduk ne kadarımızı çıkarabileceğimize kabuğumuzdan.

Bir değişik özelliği daha geliyor aklıma şimdi, insanların kabuklarının… Bir tehlike karşısında, insan bir anda çekemiyor kendini kabuğunun içine ve bir anda kendini tam bir güveni içine alamıyor.

Bir kez daha pardon, pardon…

Kabuğumuzun bir suçu yok, bunda… Bir tehlike karşısında kendimizi bir anda güven içine alamayışımızın suçunu, o tehlikenin bir tehlike olduğunun zamanında ayırdına varamayışımızda ve çok geç kalmamızda aramamız gerekiyor galiba…


x x x


Pıtırcık’ımı bulduğum yaz mevsimi sona yaklaşırken, kendisi için bir tehlike oluşturmadığıma inanmıştı artık.

Yazın o son günlerinden birinde, her zamanki gibi yine sabahın erken saatinde uyandım, doğruca Pıtırcık’ın yanına gittim.

Vedalaşmak için benim gelmemi bekliyordu belki de. Ayak seslerimi duyunca başını daha da uzattı, kendisini doya doya okşattıktan sonra kollarını, bacaklarını çıkarttı, her zamanki sakin tavrıyla, ağır ağır yürümeye başladı.

Bahçe kapısına doğru gidiyordu.

Biliyorum onun neden gittiğini… Bıkmış olmalıydı bizim bahçenin otlarından, benin getirdiğim salatalıklardan, domateslerden… Biliyorum, daha lezzetli otlar aramaya gidiyordu.

X x x


Günün birinde bir kırda ya da ormanda ya da bir komşunuzun bahçesinde bir kaplumbağa görürseniz, sırtındaki kabuğa dikkatle bakın.

O kabuğun üstünde kırmızı ojeyle yazılmış Pıtırcık adı varsa, bilin ki o benim çocukluk arkadaşım ve ilerideki yollarımın göstericisidir.

Ona benden selam söyleyin ve deyin ki:

“Senin onbir yaşındaki o arkadaşının şimdi, kendisinin o yaşında koskoca bir kızı var… Ve o arkadaşın, yaşamımın hiçbir anında seni unutmadı…”